Tünellerin içinden geçe geçe o unutulmaz mekanik sesiyle hareket eden tren,
istasyona vardı. Çok sayıda yolcu trenden indi. İstasyonun olduğu yerde bir
kasaba hareketliliğine sahip küçük bir köy oluşmuştu. Kahvehaneler, bakkallar
akşamın geç saatleri olmasına rağmen ışıl ışıldı. İnanılmaz bir kalabalık
vardı. Saatlerce tren bekliyorlardı. Sabahladıkları çok olurdu. 40-50 köyden
insanlar bu istasyona geliyordu. Bölgeyi dünyanın kalanına tren bağlıyordu. Oldu bitti o istasyonu severim. Yakınındaki köyden aldığı adı bile içimi
ısıtır; Güneş İstasyonu.
Meyve bahçelerinin içinden geçerek bir yokuşa tırmanır ve tren istasyonuna
ulaşırdık. Daha 5-6 yaşındayım. Her zaman yaptığım gibi sessizce lokomotifin
yanına gittim. Bana göre olağanüstü boyutlardaydı. Sanki geceleri daha
büyüyordu. Önündeki farı her zaman ilgimi çekerdi. Akşam karanlığında tren
yolunu hatta ilerdeki tepeleri bile gündüz gibi aydınlatıyordu. Lokomotifin
sesi, düdüğü, ışıkları ve gücüne hayran olmamak elde değildi. Babamın sesiyle,
isteksizce ayrılırdım. Hareket eden trenin kalan son vagonuna kadar ardından
baktım.
Tren istasyondan ayrılınca rayları geçtik. Meyve bahçelerinin arasından
ırmağa giden yolda kısa yokuşu inmeye başladık. Hep beraber yıldızsız bir
geceye doğru, zifiri karanlığa karıştık. Sadece konuşmalar duyuluyor, hiçbir
taraf görünmüyordu. Sessiz bir gece... Sanki bizden başka ortada kimseler yok.
Börtü böceğin, ağaç yapraklarının bile sesi çıkmıyor. En ufak ses bile
dikkatimden kaçmıyor. Meyve bahçelerini geçtik. Ses yok ama mayhoş elmaların
kokuları burnuma geliyor. Ömrüm boyunca bu kokuyu seveceğim.
Vadinin dibindeyiz. Çaltı, bölgedeki adıyla Güneş Çayı karanlıklar içinde
akıyor. Eski köprüye ihanet ediyor, yeni köprüden geçerek çayı aşıyoruz. Annem,
yeni köprünün ne kadar iyi olduğunu söylese de benim kararım olsa eski köprüden
geçerdik. Bütün bakımsızlığına rağmen yıkılmayan, betondan uzak taştan ve
tahtadan oluşan köprü… Bir tek Çaltı ben buradayım diyor. Kimse onun sesini
kısamaz. Görünmese bile duyulur.
Kişiliksiz köprüden geçtikten sonra gidilecek hafif bir yokuş, ardından 1-2
kilometrelik bir düzlük var. Tepelere kadar giden öbek öbek çalıların eşlik
ettiği tarihi yol. Binlerce yıldır kimler bu yolları geçti? Kimler adımlarıyla
ayaklarımın altındaki yolu çiğnedi. Yollar kalıcıdır. İnsanlar hatta
medeniyetler bile geçici. Tepelere vardığımız da önünüzde iki seçenek kalır.
Biri kestirme, tepeyi diklemesine çıkan yol. Diğeri tepeyi dolaşarak çıkan ama
yolu en az bir buçuk kat uzatan araba yolu. Gece olduğu için araba yolunu
seçtik. Çevre pek de sık olmayan meşe ormanıyla kaplı. Ara sıra alıç, ahlat ağaçları.
Derelere yakın kuşburnu, karamuk çalıları. burada Tepelere kadar Hatırlıyorum,
yol kenarlarından öbek öbek çalılar… Ara sıra alıç ağaçları, kuşburnular…
Yaz ayı olmasına rağmen, gecenin soğuğu kendini hissettirmeye başlıyor.
İçim titriyor. Üzerime bir şey vermeye çalışan anneme üşüsem de karşı
çıkıyorum. Beni dinlemiyor. Tepede bizi karşılayan iki tanıdık. Sohbetle yol
daha zevkli bir hal alıyor. Tepeye ulaşınca diğer sırttan aşağıya iniş
başlayacak. Gündüz olsa aşağıda uzanan geniş düzlükte dört-beş köyü bir anda
birbiri ardına sıralanmış bir şekilde göreceğiz. Karanlık buna imkan vermiyor.
Konuşulanlar ilgimi çekiyor. Bu yolda kış aylarında tipiye yakalanan bir
adamın donduğundan bahsediliyor. Gece donan adamın cesedi sabahleyin köye çok
yakın bir yerde bulunmuş. Köyü görse acaba ölür müydü? Son bir gayretle ilk eve
ulaşır mıydı? Daha acısı köyü görmesi olurdu herhalde. Çok yakında
olduğunu görüyor ama yine de varmaya gücü yetmiyor. Acaba bağırdı mı? Son
nefesini verirken neler düşündü? Sesini ilk eve ulaştırdı da o evdekiler dışarı
çıkmaktan korktular mı? Ya da uyudukları için duymadılar mı? Köpekler ne yaptı?
Her gece yaygarayı koparan köpekler neden sessiz kaldı? Cevaplarını hiçbir
zaman bilemeyeceğimiz sorular. Birden hayretle köye vardığımızın farkına
varıyorum. Gaz lambaları neden yanmıyor diye düşünürken, geceyi atlıyorum. Gece
her şeyin üzerini sessizce örtüyor. Bazen ölümün bile…
Ankara, Ev, 29.12.2017
Tunceli Vergi dairesinde memurdum, o yıllarda geceleyin köyüne giderken yolda düşüp kalarak donan ve üzerini kar örttüğü için ancak karlar eridiğinde bulunan eski bir vergi dairesi çalışanı için birlikte çalıştığımız Düzali abi "qğlum milletin canını yakmayın, bak maliyecinin sonuna" demişti.
YanıtlaSilDün gibi kulağımda, her ikisine, aramızdan ayrılan maliyecilere/aziz vergi mükelleflerine Allah'tan rahmet diliyorum...