18 Aralık 2016 Pazar

-UZAKLAR

Uzak, beni en çok kendine çeken, etkileyen kavramlardan biridir. Sadece beni mi? Kâşifler ne güne duruyor. Uzakları keşfetme aşkı, dünyamızı küçültmüş ama ufkumuzu büyütmüştür. Artık dünya avucumuzun içi gibi… Ama uzay sonsuz... Daha emekleyen bebek gibi olsak da evreni keşfetmekle yanıt tutuşuyoruz. Hep daha uzağa bakıyoruz. En uzağı görmeye çalışıyoruz, gidemeyeceğimiz kadar uzağa…


Bazen uzak mekandan bağımsızdır. Yakınlık ve uzaklık bir yeri anlatmaz. Gidilmez. Sahip olmamayı anlatır. Yakının da ama ulaşılmayacak kadar uzağındadır. Bu bazen maddi bir değerdir bazen manevi… Parasızlık uzağı iyi anlatır. Görürsün, karnın açsa algı daha da artar, her yerde yiyecek görürsün ama cebinde para yoksa, ona ulaşmak senin için çok uzaktır.
Büyük aşklar, büyük aşıklar... Sevgili, çok yakında olsa bile aşığa her daim inanılmaz uzak gelir. Her zaman ulaşılması gereken, bunun için yanıp tutuşulandır. Sevgiliye ulaşmak zordur. Leyla ile Mecnun, Kamber ile Arzu, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Romeo ve Juliet… Gerçekten yaşadılar mı yoksa insanın yarattığı efsaneler mi bilinmez ama birbirlerine kavuşamadıkları bilinir.
Kavuşanlar da vardır. Nefertiti ile IV. Amenhotep veya sonradan aldığı ismiyle Akhenaton gibi… İsminin anlamı “güzellik geliyor” veya “güzelden gelen” olan Nefertiti’nin, o muhteşem büstü, vakar, zarafet ve güzelliğinin kanıtını günümüze kadar ulaştırmıştır. Nefertiti bir yana, günümüz güzelleri bir yana… Kim daha gizemli, vakur, zarif ve muhteşem… “Ben firavunlara denk biriyim” der gibi gururla ve çok uzaktan bakıyor. Nefertiti böyle miydi bilinmez ama heykeltıraş Tutmos’un eseri, dünya var oldukça yaşayacak, belki sonrasında da… Çünkü insanoğlunun zihinlerinden asla silinmeyecektir. “Güzelden gelen” her zaman imgemizde kalacaktır.
Mevlana’nın sözüdür; “dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur”. Gönüle girince uzak-ırak fark etmez, gönülde yaşanır. Irak olsa ne olur. Aşık her zaman onu yaşar…
Uzak, göreceli bir kavramdır. Kime, neye göre, hangi zamanda uzak. Çok uzak olmayan bir tarihte, geçmişte, Anadolu’da yaşayanlar için Irak uzakmış; Kaf Dağı da uzakmış. Irak adını belki de bundan almış. Kaf Dağı da belki Kafkas Dağlarıdır. “Kaf Dağı’nın arkasında…” Öyle ya uzağı bundan daha iyi anlatan cümle var mı? Zamanla, Çin uzak olmuş. Şimdi Ay bile uzak değil.
Sinemayı sanat yapanlardan Nuri Bilge Ceylan da uzak kavramına ırak kalamamış ve Cannes’te büyük ödülü aldığı  “Uzak” filmini çekmiş. Ki o büyük yönetmen, yine Cannes’da “Üç Maymun” filmiyle yönetmen ödülünü aldığı törende, “bu ödülü birisine ithaf etmek istiyorum… Tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme” diyerek Türkiye sevgisini ve ülkesinin içinde bulunduğu durumu birkaç sözcükle herkesten daha iyi anlatabilmiştir. Gerçekten de Türkiye’den daha yalnız ve daha güzel bir ülke var mı bu dünyada? Düşünmeden edemiyor insan.
Yalnızlık sanki uzak kavramıyla yakın gibi… Yakın uzağın zıttı ama yalnızlık öyle mi? Uzakta olan yalnızlık yaşar. Gurbet gibi… Özlem ifade eder. Memlekete özlem. Gurbet Kuşları… Halit Refiğ’in yönettiği Cüneyt Arkın’ın yıldızının parladığı filmdir. O filmin kahramanları için İstanbul çok uzak. Memleketleri Maraş’tan çok uzakta, İstanbul’da yaşam mücadelesi veren bir ailenin dramı…
James Stewart’ın başrolünü oynadığı, Türkiye’de “Alaska Fatihi” olarak vizyon bulan ama doğru çevirisi “Uzak Ülke” olan  “The Far Country” filmi de uzağı anlatır. TRT’nin o muhteşem 1970’li yıllarında zevkle izlediğimiz kovboy filmlerinden biriydi. Filmden o kadar etkilenmiştim ki, Alaska’yla ilgili ne bulduysam okumuştum. Her Pazar saat 11’de yayınlanan kovboy filmleri… Çok uzakta kaldı. Siyah beyaz daha mı ilgi çekiyordu bilmem ama şimdikileri seyretmek içimden gelmiyor. Ya konu bana uzak kaldı ya da yıllar…
Tom Cruise ve Nicole Kidman’ın başrollerini paylaştığı, İrlanda’dan ABD’ye uzanan bir film de adını uzaktan alır. “Far and Away”… Türkçesiyle “Uzak ve Uzakta”… Türkiye’de “Uzak Ufuklar” olarak vizyona girmişti. Filmdeki gibi, bazen yaşadığınız ortam size dar gelir. Uzak ve uzağa gitmek istersiniz. Neyle karşılaşacağınızı bilmeden yeni ufuklara yelken açarsınız. Uzaklaşmak istersiniz. Her şeyden… Herkesten uzağa… Hayata yeni bir başlangıç yapmak için…
İnsan neden uzağa, daha uzağa gitmek ister. Bazen sıkıntılarından uzaklaşmak için. Sorunlardan kaçmak, çözmekten daha kolay değil mi? Denir ya, “çeker giderim”. Kaçmak kurtuluş mudur? Sorunlarıyla gider insan. Maddi sorunlardan kaçsan bile dertlerinden, üzüntülerinden kaçabilir misin?
Uzak veya ırak bazen destan da olur. Bir başkaldırının destanı… Avşar ellerinin… Dadaloğlu’nun destanı… Özgürlüklerini korumak, yerleşik olmamak için padişaha meydan okumalarının destanı… Sonu belli olan savaşlarının, kaybedecekleri savaşlarının destanı… Bilseler de sonunu, savaştan kaçmamalarının destanı…

Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Bu türküyü çok sayıda sanatçı söylemiştir sanırım. Sizi bilmem ama ben “bozkırın tezenesi” Neşat Ertaş’ın babası, yeri göğü inleten, içe işleyen o tiz sesiyle Muharrem Ertaş’tan dinliyor, çok uzakta kalsa da Dadaloğlu’nun evlatlarından, Avşar ellerinden sayıyorum kendimi… “Hakkımızda devlet etmişse de fermanı/Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyorum.


18 Aralık 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder